2 Nisan 2012 Pazartesi

Amnesia: The Dark Descent


Keşke, sana ne kadarını hatırladığını sorabilseydim. Bu sıvıyı son damlasına dek içtikten sonra geriye bir şey kalacak mı, bilmiyorum.”


Amnesia, karanlığın içindeki tarif edilemeyecek kadar korkunç şeylerden, tekinsiz bir mum ışığı ile aydınlanan daha da ürkütücü odalara kaçacağınız, kapıları kapatsanız da arkasına çeşitli nesneler sürüklemeden rahat edemeyeceğiniz ve tüm önlemlerinizi alsanız da seslerin uzaklaşmasını başınızı kaldırmaya bile cesaret edemeden bekleyeceğiniz bir oyun. 

Adı ve nereli olduğu dışında hiçbir şey hatırlayamayan bir kahraman (ya da anti-kahraman) var elimizde: Daniel. Baş dönmesi geçip de gözleri karanlığa alıştığında, kendisini terk edilmiş bir kalede bulacak. Peşinde onu avlamaya çalışan bir gölge var ve bir de neden yok etmesi gerektiğini bilmediği bir düşmanı. Daniel - bazı şeylerin hatırlanmaması gerektiğini bildiği halde - bir yandan etrafa dağılmış notları okuyup geçmişinin parçalarını bir araya getirmeye çalışırken, bir yandan da kâbusları ile yüzleşecek.

Oyunu önce Call of Cthulhu: Dark Corners of Earth’e benzettim, sonra da “Silent Hill gibiymiş bu aslında!” demeye başladım.Bir oturuşta korkudan on beş dakikadan fazla oynayamadığım oyunlar geldi aklıma ki...  Daha önce “gelmiş geçmiş en korkunç oyun bu olmalı” diye etiketlediğim oyunların hiçbirini oynarken bu kadar irkilmediğimi fark etmem uzun sürmedi.

Kalenin atmosferi, eski korku ustalarından besleniyor; özellikle de H.P. Lovecraft’ın eserlerinden. Yazarın korkunun en eski ve en güçlü türü olarak tasvir ettiği “bilinmeyen” korkusunun oyundaki rolü büyük. Buna uygun olarak kalenin taş duvarlarının ardında delilik, ölüm ve işkence kol geziyor. Kaledeki aklı en başında olmayan insanlardan biri olmamız da işleri iyice zorlaştırıyor.

Oyunun atmosferi gözünüzü korkutmuyorsa, ses efektleri korkutacaktır. En az atmosfer kadar mükemmeller. Aniden odada esen rüzgâr, kapıların aniden kapanması, ayak sesleri… Hepsi sizi yerinizden zıplatmak için bahane. Müzikler de az sayıda ve kendini tekrar ediyor, ama kesinlikle başarısız değiller. Özellikle de o hikâyede ilerlediğiniz zaman duyduğunuz birkaç saniyelik huzura eşlik eden müzik… 

Oyun Myst benzeri, etrafı karakterimizin gözlerinden gördüğümüz ve kameranın da 360 derece dönebildiği bir oynanışa sahip. Yapımcısı Frictional Games’in bir önceki serisi Penumbra için geliştirdiği fizik motorunu kullanıyor. Bu da diğer macera oyunlarının aksine, Amnesia’da etrafımızdaki neredeyse tüm nesneler ile etkileşime geçebilmemizi sağlıyor. Yön tuşları (FPS’lerden alışık olduğumuz üzere, WASD tuşları) ile ilerliyor ve faremizin sağ tuşu ile nesneleri elimize alıp, ileri-geri hareket ettirerek istediğimiz yere taşıyoruz. Sandalye ile cam kırmak, taş atıp makine bozmak gibi eylemler de mümkün, gayet zarif ve rahat hareketler ile üstelik. Kapı, dolap, sandık vs. açmak için de aynı şekilde farenin tuşları ve hareketinden faydalanıyoruz. Yeri geldiğinde zıplıyor, atlıyor ve yerlerde de sürünüyoruz.

Zaman zaman fare ile bazı manevraları yapmak can sıksa da, mantıklı bulmacalar bunu çok da kafanıza takmamanızı sağlayacaktır. Çoğunun çözümü zaten inceler incelemez aklınızda şekillenecektir, biraz daha zorlayıcı olanların da çözümü etraftaki notlarda mevcut. Ama evet, her önünüze gelen nesneyi cebinize atmanız gerekmeyecek; o kömürü oyunun sonuna dek cebinizde taşımayacak, hemen kullanacaksınız! (Bay Stobbort’un kulakları çınlasın) Fizik motorunun bir güzel yanı da piksel avcılığına meydan bırakmaması. Yine de karanlıkta ayrıntıları fark etmek güç olduğundan, dikkatli olmakta fayda var.

Karanlık demişken… Kalenin çoğu odası zifiri karanlık ve karakterimiz de karanlıkta fazla durduğunda akıl sağlığını kaybetmeye başlıyor. Önce elleri titremeye ve etrafı bulanık görmeye başlıyor, fazla zorlarsanız da yere yıkılıyor. Akıl sağlığınızı geri kazanmak için ya uzun süre aydınlıkta kalmanız, ya da hikâyede ilerlemeniz gerekiyor. Buna uygun olarak da, oyundaki tek silahımız, ışık. Yapımcılar da ışığı sınırlı kaynak olarak kullanmanın dâhice bir fikir olduğuna karar vermiş.

Oyunun en başlarında bulduğunuz yağ lambası, oyun boyunca en iyi dostunuz olacak. Sınırlı sayıda -çok değil, ama gereksiz yere harcamazsanız sizi sıkıntıya sokacak kadar az da değil- yağ şişesi ve kav var etrafınızda; yakabileceğiniz mumlar ve meşaleler de öyle. Yağ lambasını kullanırken biraz daha temkinli olmak isteyebilirsiniz, ne zaman aydınlığa ihtiyacınızın olacağı pek belli olmuyor… Kendinizi kör topal etrafta koşuştururken bulmak en son isteyeceğiniz şey olabilir.

Tüm bunlar, Amnesia’yı yaşanması gereken bir deneyim yapıyor. Ama uyarmakta fayda var; eğer korku oyunları ile hoş olmayan bir geçmişiniz ya da zayıf sinirleriniz/kalbiniz varsa, Amnesia keyifli zaman geçirmek için doğru oyun olmayabilir. İlla oynamak istiyorsanız ve korkmaktan korkuyorsanız, gündüz vakti ve yalnız değilken başlamak akıl sağlığınıza minimum hasarı verecektir. (Doktor tavsiyesi gibi oldu sanki.) Ama bu tarz oyunları gerçekten çok seviyor ve ağız tadı ile korkmak istiyorsanız, sizi oyunu gece yarısı ışıkları kapatıp sesi de uygun bir seviyeye getirerek oynamaya davet ediyorum.

Etraftaki tehditlere karşı yapabileceğiniz tek şeyin kaçmak ya da saklanmak olduğunu söylemiş miydim?

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder